ANUNNAKI IRKI A.K.A ASIL GAME OF THRONES
- dilara mutevellioglu
- 25 Ağu 2024
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 Eki 2024
Geçen hafta ki blog yazsında tarihi güzel alt üst ettik, biraz iddalı bir giriş oldu kabul ediyorum, şimdi tarihi daha da geriye çekmeye geldim. Kimler kimleri temsil ediyor, tek kıta Pangea’dan günümüze kadar gelen oluşumların nasıl bir geçmişe dayandığına değineceğim bu sefer.
Hatırlarsanız medeniyetler ve gezegenler olarak insan formunun geçmişine bayağa değinmiştik geçen postlarda.
Bu gelişmiş uygarlıkların günümüze olan yansımaları ise bizim bildiğimiz tarihin açıklanamayan kısımlarından oluşmakta.
Piramitlerin yapımının hala teorisel olarak açıklanması, göbekli tepenin gizemleri gibi bu uygarlıklardan geriye kalan kalıntılar tüm bu geçmişin en önemli ipuçlarını oluşturuyor.
Birçoğunuzun aşina olduğu Atlantis ve Mu kıtasının hikayelerinin daha sık anlatıldığı bir süreçteyiz fakat bu hikayelerin dayandığı tarih henüz insanlar tarafınadan bir gerçeklik olarak kabul görmüyor.
Anunnaki uygarlığının sümer tabletleri ile ortaya çıkışından sonra
bu gelişmiş uygarlıkların şuanki Dünya yönetiminde ne kadar büyük bir rol oynadığının aksi idda edilemez bir gerçek olduğu ortada.
Peki kim bu Anunnaki’ler?
Bu sorunun cevabını yazmadan önce belirtmek istediğim bir nokta var,
tüm bu hikayeler, mitolojiler, efsaneler arketiplerden ibaret.
İnsanın karanlık tarafının, şeytani yani kaynaktan uzaklaşan,
saflıktan uzaklaşan olarak betimlenmesi gibi,
tüm bu olayların da açıklanma şekli de karakterler üzerinden yapılıyor. İnsan perspektifinin bir olayı algılayabilmesi için bunu yaşanmış fiziki bir etkileşime indirgemeniz gerekir.
Nasıl ki rüyalarınızı anlatırken kelimelere dökmekte zorlanıyorsunuz, kullandığınız dil buna yeterli olmuyor,
rüyada ki hissi bu bilinç yapısı ile aktaramıyorsunuz,
tüm bu olaylarda aslında bir üst bilincin kendi rüyalarından ibaret. Çünkü tüm olaylar aslında hissel bir etkileşim,
hikayeler ise bunların fiziksel bir izdüşümü.
Rüya içince rüya tabirinin hayatımıza Inception filmi ile entegre edilmesi de aslında tüm bu gerçekliğin gerçeklik kısmını izah edilebilir hale getirmek içindi.
Dolayısıyla egregore dediğimiz
her bilincin yarattığı enerjisel entiti(bu üst benliğimiz ile fizik bedenimiz arasındaki bilinç perspektifimize göre oluşan bir köprü bilinçtir)
kişinin her an seçimlerine göre kendini var eden bir enerji alanı olmakla beraber,
benzer egregore’lerin de birleşerek kollektif bilinç dediğimiz perspektifi yaratmakta.
Bu astral boyutta bir bilinç olarak varolurken bu bilinci fizik alana yansıması ise bir arketip olarak gerçekleşir.
Tıpkı deccal perspektifinin fizik bedene indirgenmeye çalışılması gibi.
Harry Potter filminden Lord Voldemort’u hatırlayın
hayatta kalmak için konak dediğimiz bir başkasının bedenine ihtiyaç duyan bir bilinçti ilk önce,
sonra kendi bedenine indirgediler.
Karanlık enerjisel entitiler de buna ihtiyaç duyar.
Ne kadar negatifte kalırsanız yarattığınız egregore de ona göre şekillenir.
Ne kadar saf ve koşulsuz sevgi enerjisi ile varolursanız
egregore enerjiniz de ona göre oluşur
, bu pisişik güçlerinizi de aktive eden bir oluşumdur.
Saf sevgi ve koşulsuzluk enerjisi üst benliğinizle rezone olacak egrogore’yi yaratır.
dolayısıyla özünüz fizik bedeninize daha fazla yansımaya başlar.
Fakat alt frekans dediğimiz duygular,
kıskançlık, dedikodu, hasetlik, çaresizlik, değersizlik, bencillik, aşırı ego, faydasız korku, faydasız endişe, kibir
gibi negatif frekans değerlerine sahip duygular bu değerlerde bir egrogore yaratır ki kollektif bilinçte de bu negatif enerjiyi bu negatif egregore’yi yaratmak istemelerinin sebebi de budur.
Lord Voldemort’u fiziki dünyaya bedenlemek, kimden bahsettiğimi anlayanlar anladı.
Şuan bulunduğumuz zaman diliminde ise tüm bu hikayenin soylar üzerinden aktarılan devam filminin sahneleri deneyimlenmekte.
Bir bakıma tarihin tekerrürü ama paralel bir yansıma halinde.
Birazdan bahsedeceğim Anunnakiler ise
bugünkü krallık soylarının başını çekiyor.
Yüzyıllardır devam eden bu soy ağacı bayağa karmaşık ama elimden geldiğince açıklayıcı bir şekilde aktarmaya çalışacağım.
Anunnaki uygarlığı dedikleri ırkın yaşadığı gezegen olarak
NİBİRU gezegeni veya Planet X olarak da anılıyor.
Sümer tabletlerinde konu bayağa detaylı fakat doğru çeviriyi bulmak ve bilerek okumak fayda sağlıyor yoksa Zecharia Sitchin gibi taraflı hikayeler suyu bulandırmaktan kötüyü iyi göstermekten başka birşey değil, bahsettiğim şu kayıp 14 tablet hikayesi,
aslında hiç yazılmamış kayıp 14 tabet :)
Anunnakiler ilk Dünya’ya geldiklerinde Anu isminde bir kralları vardı.

Anu’nun ise iki oğlu var,
Enki ve Enlil…
Enki’yi diğer bir ismleri ile alıntılamak gerekirse,
Hermes, Thot, EA..
sembollerinden bazıları keçi ve At’tır.
Trojan atını hatırlayın
kalenin içten fethedilişini..

Enki incilde Lord'dur...
Adonai de denir ya da Poseidon,
balık kafalı tanrı arketipi,
Dinler de balık sembolü ile temsil edilir hep tarihte, eski yapıtlara bakarsanız dini yapıların duvar kabartmalarında hep balık motifleri kullanılmıştır.
inanç balıkla ilişkilendirilir.
Su ile vaftiz edilme, su ile abdest alma vs tüm bu bağlantılardan doğan uygulamalardır.
Yahudiliğin İkinci Tapınak Dönemi'ne denk gelen bir mezhep.
enki Aynı zamanda Ehrime dedikleri kötü tanrı olarak da anılır.
(Adem ve Havva döneminden sonra bütün rütbeleri sökülüyor, ve negatif bir boyuta atılıyor, negatif hale getiriliyor yani ceza alıyor ama aslında bir melek).
Adem ve havva’nın hikayesi, gezegensel ve medeniyetsel sıralandırma, ve ek olarak
göç olayından tam detaylı olmasa da anlaşılacak şekilde bahsetmiştim geçen postta.
Siriusluların, Lyran yıldızı tarihi, Lyra gezegeninde ki savaş olduktan sonra gruplar olarak başka gezegenlere dağılmışlardı hatırlarsanız.
daha sonra Orion kuşağındaki Pleiades takımyıldızındaki gezegenlere taşınmışlarından bahsetmiştim geçen postta. boğa takım yıldızı hikayesi...
yaklaşık 60 milyon yıl önce, Homo Sapien Pleiadesliler dediğimiz ırk savaştan kaçmak için Dünya'ya gelmeleriyle birlikte,
"Diğer Lyranlar ve Pleiadesliler de Dünya'ya geldiler"
hatta savaş dünyada da devam etti.
Pleiadeslilerin ilk kolonisi Pleiades'e geri dönerken,
bazıları ise Nibiru’ya geçiş yaptı diye bilinir.
teknolojik olarak gelişmiş savaşan ulus devletleri nibiru gezegenindekiler tarafından geliştirilerek
Yaklaşık 656.000 yıl önce, Nibiru'nun Kuzey ve Güney ulusları birbirlerine nükleer bomba atarak savaşı başka bir boyuta taşıdı.
bu nükleer patlama olayını atlantislilerden de biliyoruz.
Taht kavgalarının devam sahnesi ise dünya da çekildi,
Dünyanın kanseri olan uygarlıktan bahsetmiştim şu reptilian ırkından,
bu ırkın negatif tabanlı olanları işte kaleyi içten fethedenlerle aynı aslında.
Nereye gitseler yönetimleri ele geçirme dertleri var.
gözlemlerseniz eğer tarihte hep ışık soylular ve karanlık soylular arasında bir that kavgası izliyoruz.
bu ilerleyişin son noktası ise dünya.
Nükleer patlamalar ve radyoaktif serpintilerin o dönemde birçok Nibiru’luyu kısır bıraktığı ve çok sayıda insanı öldürdüğü biliniyor. Bu bilgiye tabletlerden ve kanal bilgilerinden ulaşıldı zamanında, fakat tabi ki net bir şey söylemek doğru olmaz, her zaman bir olasılık olarak görmek daha doğru olur.
Anunnakiler Dünya’ya yarım milyon yıl önce geldiklerinde gezegenlerinin ciddi bir boyutta incelen atmosferinde yaşanan tehlike, atlına ihtiyaçları vardı düzeltecek bir madene ihtiyaçları vardı,
çünkü atmosferlerini düzeltebilecek tek metal buydu.
Uzay araçlarının camlarının da radyasyondan korunması için ince bir altın tabakayla kaplanmasındaki amaç ile aynı amaç aslında..
Nasa bunu doğruladı fakat Nasa’yı da biliyoruz ya işte…
gidilmemiş uzay hikayeleri yazan Nasa..

Annunakilerin kutsal kitabı olarak bilinen Elohim
(hristiyanlar, yahudiler ve Araplar bunu ’tanrı’ olarak adlandırırlar bknz: (elohimler)) altının gerçekten de ne kadar değerli olduğuna vurgu yapar.
YARATILIŞ 2:10-11 şöyle der:
“Bahçeyi sulayan bir ırmak Aden'den aktı; oradan dört kola ayrıldı. İlkinin adı Pişon'du; Altının olduğu tüm Havila diyarını sarar ve o diyarın altını iyidir; ayrıca bdelyum ve oniks taşı da vardır.”
Hatta Altının adı incil de geçen ilk metal olduğu bilinir.
Enki ve ekibi,
Dünya’daki ilk yerleşim yeri olan Eridu
yani diğer bir adıyla güney mezopotamya olarak bilinen bugünkü Irak’a (kutsal topraklar diye boşuna demiyorlar) ulaştıktan sonra, altın çıkarmaya başladılar.
Enki ve ekibi altı “gün” boyunca çalıştılar ve yedinci “gün”de çıkardıkları altını analiz ettiler.
Dünya’da 7. Günde yaratılmamış mıydı ?
Tarihsel tüm anlatılar aslında tek bir gerçekliğin farklı perspektifleri, bunu burdan yakalayabilirsiniz.
Sümer yaratılış tabletlerinde (4. Tablet) hikayenin devamından şu şekilde bahseder;
‘‘Bu çalışma sonrasında ekip makul miktarlarda bakır ve demir buldular ama altın değil, bu da hayal kırıklığı yaratacak kadar önemsizdi.
Enki, anlamlı miktarda altın elde etmeleri gerekiyorsa,
sağlam topraklarda “Tiamat'ın altın damarlarını” aramaya başvurmaları gerektiğini düşündü;
Tiamat, Nibiru'nun 4 milyar yıl önce meydana getirmek için yok ettiği Güneş Sistemi'nin
ilk, altın bahşedilmiş gezegeniydi. ''
tabletlerde geçen hikayeye göre,
Bu kozmik fenomeni kavrayan Anunnaki dehası Enki'nin Göksel Savaş olarak adlandırdığı şeyde Dünya ve Asteroit Kuşağıydı.
O dönemde Nibiru’un hükümdarı Enlil,
Nibiru’nun atmosferindeki incelmeden dolayı yaşanan panikle beraber Sirius’taki kral babası Anu’ya altın teslimatı konusundaki gecikmeden dolayı şikayet edince Anu bu konuyu Enki ile görüşerek üvey oğluna yani Orion melezi olan oğluna durumun aciliyetinden bahseder,
Enki toplanan altın miktarının önemsiz olduğunu söyleyince
bunun üzerine Anu, miktar ne olursa olsun orada tasarlanan altın dağıtma tekniğinin test edilmesi gerektiği için derhal Nibiru’ya gönderilmesini emreder.
Buna göre Enki, Alalu'nun uzay gemisinin Nibiru'ya dönüş yolculuğu için onarılması talimatını da verir.
Enki uzay gemisini incelediği sırada,
Alalu'nun Asteroid Kuşağı'ndan geçerken gemide kullanmadığı yedi nükleer silah keşfeder. Özünde bir pasifist olan Enki, bu tür silahların bir gün yanlış ellere geçebileceğinden korkar ve onları gizli bir yere saklamaya karar verir. Bu yüzden o ve Abgal onları dikkatlice Gökyüzü Odalarına yüklerler ve günümüz Afrika'sında onları bir mağarada sakladıkları çok uzak bir bölgeye uçarlar.
Enki gelecekte Abgal'a olan bu yersiz güvenine üzülecektir.’’
Altının diğer uygarlıklarda ki önemini de monoatomic gold yazısında paylaşmıştım.
Şuraya ekliyorum.
"Cennetteki Baba'nın Spermi" ve "Tanrıların Sütü"
Ormus için kodlanmış terimlerdi.
Ormus'un fiziksel bir madde değil,
maddenin ruhsallaştırılmış bir formu olduğuna inanılıyordu.
Bu "Ölümsüzlük İksiri" veya "Tanrıların Besini" idi -
yutulduğunda muazzam bir ruhsal güç verecekti.
Bu nedenle, birini başka bir boyuta ışınlama yeteneğine sahipti.
Monoatomik altın sinir sistemini boost ettiği gibi nöral ağ sistemini de boost eder,
yani DMT salgılatır.
Mısır uygarlığında çok önemli bir yere sahip olan ormus
tam olarak bu sebeple kullanılmaktaydı,
tanrıları ile olan iletişim yani nöral komplex ağını tetikleyerek üst bilinçle iletişim yolu açtığından dolayı altın mısır da bu yüzden çok değerliydi.
Piramitlerin tepesinin önceki dönemlerde altın olmasındaki sebep gibi.
Mısır tanrısı olarak Enki'nin oğlu Marduk (Ra olarak da bilinir), firavunları altın stoklamaya, onu Ormus'a dönüştürmeye ve hem fiziksel hem de ruhsal sağlıklarını iyileştirmek için onu yemeye teşvik eden bir noktaya getirir.
"Altın, Yaşamın İhtişamıdır, dedi onlara (Marduk). Tanrıların Eti bu! dedi Ra krallara. Krallara Abzu'ya ve Aşağı Bölge'ye seferler yapmak, altın elde etmek için talimat verdi."
Enki’nin kayıp kitabında ormus'tan bu şekilde bahseder.
Şimdi kimlikler karışmadan bir netlik getireyim kimin hangi isimle anıldığına;
ANU;
Anunnaki kralı / Sirius kökenli,
60 sayısı ile de ifade edilir.
diğer bir deyişle,
GÖKYÜZÜ TANRISI(tanırların kralı) veya AHURA MAZDA da denir.
Biz onu Yunan mitolojisinde GAİA’nın oğlu olarak biliyoruz,
gezegen olarak ise URANÜS ile temsil edilir.
Sembolü ise bir kaide üzerinde boynuzlu başlık
ya da
çoğu zaman kullanılan taç
bir çift sığır
ya da
boğa boynuzu ile resmedilir.
Gaia burada Dünyanın Kişileştirilmiş yani arketipleştirilmiş halidir.

sizce de sürüngen bir ırka benzemiyor mu? :)
Nammu;
Babil mitolojisinde TİAMAT olarak geçer.
ilk tanrıları doğuran deniz tanrıçasıydı (Engur).
Nammu, Sümer mitolojisinde pek doğrulanmamıştır.
Nammu, "büyük tanrıları doğuran" bir tanrıçadır.
çocukları ise ;
ENKI, ENLIL, INANNA, İŞKUR, NINISINA, NİNKARRAK, AMURRU, GIBİL, URAŞ, NİSABA
Enki ;
EA/ HERMES
(Yaratılış, zekâ, zanaatlar, doğurganlık, meni, büyü, muziplik tanrısı)
Lucifer olarak da bilinir,
Hani şu ışığı getiren dedikleri ama aslında ışığı çalan düşmüş melek/bilinç..
İnsanlığa bilgiyi getiren daha doğrusu düştüğü yerden insanlığın bilincini yükselterek çıkmayı A.K.A affedilmeyi bekleyen…
Yukarıda adem ile Havva döneminden sonra rütbeleri sökülen diye bahsettiğim,
tam olarak o kırılma işte,
Anu’nun net ağını yani Matrix’i yaratıp Enki(lucifer) bilincini hapsettiği yer.
E kollektif bilinci de kim yaratıyor= insanlık,
peki insanların bilinci yükselmeden Enki(lucifer) buradan kurtulabilir mi ?
Yani uyanışın bile senin için yaratılmıyor,
senin yetilerin üzerinden kurtarılması gereken birileri var.
Ama tabi sana bu tanrı genini bahşetmesinin de sebebi buydu zaten.
Soy devamı,
kendi bilincini kurtarma operasyonu..
Tam olarak burda mavi hap dönüyor kırmızı hap’a,
kırmızı ise maviye…
İyi ve kötü kavramının merge olduğu nokta işte.
Tüm bu spiritüel alanı açan da Lucifer,
bilginin bilgeliğin sahibi Thot, ışığı getiren bilgeliği insanlığa suan,
sunsun ki insanlık yükselsin o da yükselsin…
Her. şey danışıklı dövüş yani,
biz burda kendimizi koşulsuzluğa adamaya çalışırken
üsttekiler bizden daha hesapçı kitapçı çıktı iyi mi :)
annesi=NAMMU,
babası=ANU
sembolü= keçi, balık, at
Yunan mitolojisinde Poseidon olduğunu söylemiştik,
mitolojideki diğer bir isimi ise PROMETHEUS
Mısır uygarlığında PTAH olarak bilinir.
eşi= NİNHURSAG, DAMKİNA
çocukları;
MARDUK, DUMUZİD, NİNSAR, NİNKURRA, UTTU, NİNTİ
temsil ettiği gezegen ise Merkür.
Enlil;
Rüzgâr, hava, yeryüzü ve fırtına tanrısı
sembolü Boynuzlu başlık.
annesi=NAMMU,
babası=ANU
eşi= NİNLİL, Kİ
çocukları;
NİNURTA, NANNA, NEGAL, NİNAZU, ENBİLULU
temsil ettiği gezegen; JüPITER
Yunan mitolojisinde ZEUS olarak bilinir.
Enlil’in Sümer mitolojisindeki rolü tek kelimeyle insanlığa atıfta bulunarak özetlenebilir:
Zalim Enlil aslında (Atrahasis-Epos metnine göre)
başlangıçta insan ırkının yaratılmasını görevlendiren tanrı idi.
Bunun iyi bir şey olacağını düşünebilirsiniz,
ama insanları yaratmak istemesinindeki sebep
köleleştirebileceği bir ırka sahip olma isteği idi….
hani şu altın çıkarmak için yaratılan köleler.
bu bir güç göstergesiydi tanırlar arasında.
en tanrısın yani, alt tanrı da olsan kendi ırkını yartmak bir statü örneği, onlarda da güç gösterileri var yani....
Sümer mitinde bazı tanrıların yaratılışı sürdürmekten konusunda grevde olduğundan bahsedilir.
bıktık tüm bu yarat yok et olayından modundaydılar..
Şiva'nın yaratım ve yok ediş dansının da kökeni buralar hep….
Matrix’teki reset yani…
Olmadı bu sahne arkadaşlar baştan çekiyoruz herkes yerli yerine geçsin….
Big Bang falan hikaye hepsi yani daha doğrusu tüm bu asıl hikayenin başında ki uydurma sahne…..
Enlil, insanlıktan sıkılıp bıktığı için hepsini büyük sel ile öldürmeye karar verir denir..
Geldik Nuh tufanına..
Hava tanrısı
Bu da Enki tarafından kurtarılan ve efsanenin Yahudi-Hıristiyan versiyonunda Nuh'a karşılık gelen Gılgamış Destanı'ndan
Utnapishtim'in hikayesine geri döndürüyor bizi..
Enlil selden sonra öfkesini geçtiğinde Utnapishtim'i ölümsüz yapmaya karar verir.
kurtuldular diye mi ölümsüzlük peki?
hikaye de sadece gemi ile kaçanların kurtulduğu anlatılır benim görevim öyle mi gerçekten diye sormak
ki bence öyle değil..
Şimdi Enlil’in üvey kardeşi Enki'ye bakarsak,
Enki’nin rolü insanlığın laboratuvarda ki yaratıcısı olarak geçer,
insan formunu bulana kadar çok deney yapılmış, çok ırk melezlenmiş,
deniz kızı, devler,
sonra kurtadamlar
yarı at yarı insan derken
neyse hikayeyi biliyorsunuz…
adem ve Havva’ya kadar gelinmiş sonuç olarak…
Peki şimdiki bu MRNA aşıları falan insan genomu üzerinde kimler ne deneyler yapıyor ?
Şuan ki laboratuarı kim yönetiyor ey insanlık?
MRNA aşıları ile doldurulan graphenlere kanser tanısı koy,
sonra o kanser tanısı ile yine MRNA aşısı yap,
bak son deney konusu bu…
Biontech’in ilk akciğer kanser aşısını türkiye de denenmeye başlamasından bahsediyorum…
Türk genleri kuvvetli tabi bi Orionlu kadar melez değil,
asil kan Sirius genleriyle yapılan deney ile bir olur mu hiç!
Hikayeyi en heyecanlı yerinde bırakıyorum, konunun devamını bu hafta içi ikinci sezon olarak paylaşacağım…
Birkaç güne görüşürüz…
kaynak: mete s. (bunlar hep mete hocamın öğrettiklerinden notlar, araştırmalarından ortaya çıkanlar sağolsun varolsun)


Yorumlar